Her şey geçtiğimiz senenin sonlarında başladı. Sıkı dostum, sevgili Serkan, bana baharda yapmak istedikleri Sakura amaçlı Japonya seyahatinden bahsetmiş ve bizi de davet etmişti. O zaman daha ortada sadece bir fikir vardı, hiç bir detay yoktu. Biz de bu fikre sıcak bakıp olumlu yaklaşınca yavaş yavaş planlar netleşmeye başladı. Öncelikle bu fikirden hemşoma, yani sevgili Mustafa’ya bahsettik, gel bu turu 6 kişi yapalım dedik. Ne var ki, hemşom yurt dışı tatillerinde yönünü genelde batıya çevirdiği için onu ikna etmeyi başaramadık 🙂 Sonuç olarak bu seyahati 4 kişi olarak yapmaya karar verdik ve hazırlıklara başladık.
Sakura mevsimi hem Japonların, hem de yabancı turistlerin dört gözle bekledikleri bir mevsim. Bu mevsimde, ülkenin dört bir yanındaki (meyve vermeyen) kiraz ağaçları birbiri ardına çiçek açmaya başlıyor ve buna Sakura ismi veriliyor. Açan çiçekler çok güzel görüntüler yarattıkları gibi, çok kısa sürede döküldükleri için, eğer Japonya’da yaşamıyorsanız yapacağınız seyahatin zamanlaması oldukça önem kazanıyor. Biz de kendi seyahatimizin zamanlamasını yaparken epey araştırma yaptık.
Japonya’nın her bölgesinde farklı zamanlarda yaşanıyor Sakura mevsimi. Genelde Mart ayında başlıyor, Nisan sonuna kadar gözlenebiliyor. Ne var ki aynı bölgelerde bile her sene sıcaklıklara bağlı olarak farklı zamanlarda başlayabiliyor. Bu nedenle tüm ağaçların çiçeklerini açtığı anlara şahit olmak için, ya çok şanslı olmalısınız, ya da Japonya’nın bir çok şehrini Mart ayının sonlarında başlayıp en az 1-2 hafta boyunca gezmelisiniz, böylelikle bir yerde yakalayamazsanız başka yerde yakalarsınız Sakura’yı 🙂
Hem Sakura’nın güzel izlenebildiği, hem de Japon kültürünü yakından tanıyabileceğimiz bir seyahat istediğimizden, hedeflerimizi Osaka ve Kyoto olarak belirledik. Toplam 5 gecemiz vardı, bunun ikisini Osaka’da, üçünü Kyoto’da geçirmeye karar verdik. Tarihleri seçerken geçmiş senelerin Sakura zamanlarını inceledik ve Mart sonu Nisan başı gitmenin en ideal seçim olacağına karar verdik. Uçak biletlerini aldıktan sonra konaklama seçeneklerini incelemeye başladık. O zaman anladık ki, Sakura zamanında üç ay önceden rezervasyon yaptırmak çok geç kalmak demekmiş. Siz siz olun en az 4-5 ay önceden otelinizi ayarlayın 🙂
Sakura mevsiminde Japonya’da otel fiyatları normalin en az iki katına çıkıyor ve rezervasyon yapmakta ne kadar geç kalırsanız o kadar fazla ödemek durumunda kalıyorsunuz. Örneğin, normalde gecelik 100$ verip eli yüzü düzgün bir otel odasında kalabiliyorken, Sakura mevsiminde aynı fiyata kapsül otellerde bir kapsül bulabiliyorsunuz. Kapsül derken benzetme değil, gerçekten de kapsülde kalıyorsunuz, inanmayan Google’dan araştırabilir 🙂 Sonuç olarak biz Osaka’da en hesaplı alternatif olarak AirBnB kullanmaya karar verdik, Kyoto’da ise şansımıza güzel bir otel bulabildik.
Uçak ve konaklama kısmını hallettikten sonra, daha önümüzde üç küsür aylık bir süre olduğundan, ben bir rahatlama sürecine girdim. Sıkı dostum Serkan ise tam tersi, yavaş yavaş tüm tur hazırlıklarını yapmaya başlamıştı bile. Durum böyle olunca tur rehberliği görevini Serkan’a vermeye karar verdik. Sağolsun, kendisi epeyce araştırma yaptı, dokümanlar, haritalar hazırladı, ve profesyonel bir tur rehberi gibi bizi Japonya’da gezdirmeye hazır hale geldi. Bizim tek yapmamız gereken ise onu takip etmek oldu 🙂
Üç ay göz açıp kapatıncaya kadar geçti ve 30 Mart Perşembe akşamı Serkan ve Gülşen İstanbul’dan Seoul aktarmalı Osaka’ya doğru yola çıkarak tatili resmi olarak başlattılar. Bizim yolumuz onlara göre epeyce kısa olduğu için Cuma öğle saatlerinde uçağa binecek ve onlarla hemen hemen aynı zamanda Osaka’ya varmış olacaktık. Her şey planlandığı gibi gitti ve Cuma öğleden sonra saat 5 sularında Osaka Kansai Havalimanı Dış Hatlar Terminali’nde bizi yaklaşık bir saattir bekleyen Serkan ve Gülşen ile buluştuk, kucaklaştık, hasret giderdik 🙂
Öncelikle döviz bozdurarak cüzdanlarımıza Japon Yeni takviyesi yaptık. Daha sonra terminalde satılmakta olan mobil WiFi paketlerine baktık ama hiç biri mantıklı gelmedi. Orada stant kurmuş olan Travel Japan adlı şirketin ücretsiz WiFi hizmetini deneyelim dedik. Özellikle büyükşehirlerde yüzlerce noktada ücretsiz WiFi HotSpot’larına bağlanmanızı sağlayan bu uygulamayı telefonlara kurduk ve yolumuza kaldığımız yerden devam ettik, istikametimiz AirBnB eviydi.
Kansai Havaalanı’ndan önce trenle Tennōji İstasyonu’na, oradan da metro ile Tanimachi Yonchome (Tanimachi 4-chome) istasyonuna ulaştık, ve istasyon çıkışından yaptığımız 3-4 dakikalık yürüyüş sonrası hedefimize ulaştık. Osaka’da ilk akşamımızda bizi soğuk ve yağmurlu bir hava karşılayınca biraz korkmadık değil aslında, ne de olsa biz buraya baharı karşılamaya Sakura ile coşmaya gelmiştik 🙂 Neyse ki o akşamki soğuk ve yağmur diğer günlerde yerini güneşe ve ılık bir havaya bıraktı.
AirBnB vasıtasıyla kiraladığımız daireler hostel hizmeti veren bir binanın 10. katında bulunan ve yan yana konuşlandırılmış, birbirinin simetriği olan iki daireydi. Daire demek çok doğru olmayabilir, dairecik diyelim biz ona. Her biri minimal ölçülerde tasarlanmış hol, açık mutfak, salon, balkon, tuvalet ve banyoyu içinde bulunduran bu daireciklerin toplam alanı sanırım 20-25 metrekareyi geçmez. Ama haklarını yemeyelim, gayet güzel ve kullanışlı bir hale getirmeyi başarmışlardı daireleri, Japon yapıyor abi 🙂
İlk akşam hızlıca odalara yerleştikten sonra ancak yemek yemelik vaktimiz kalmıştı, zaten yağan yağmur ve soğuk başka bir aktiviteyi de zorlaştırıyordu. Apartmandan çıkıp içgüdülerimize güvenerek ilerledik ve önümüze çıkan restoranları incelemeye başladık. En sonunda bir blok kadar ilerde bulunan İtalyan restoranını (Garden Bar & Coffee Japan) gözümüze kestirdik ve ilk akşamımızı pizza yiyerek geçirdik. Gerek lezzet, gerek de ortam olarak gayet memnun kaldığımız bu restorandan ayrıldığımızda saat epeyce geç olmuştu, sabah erken kalkılacağı için odalara çekilip uykumuzu almaya karar verdik.
Seyahat boyunca rehberlik görevini Serkan’a verdiğimizden dolayı onun aldığı kararlar doğrultusunda sabahları güne 8:30’dan önce başlamaya çalıştık. Genelde Serkan’ın sabahları whatsapp’tan gönderdiği “hazır mıyız” mesajlarını aldığımızda hazırlanmaya başlıyorduk 🙂 Sonuç olarak, en fazla 10-15 dakikalık gecikmelerle de olsa sabahları güne erken başlamayı başardık. Osaka’daki ilk sabahımıza da benzer bir şekilde, erkenden yola çıkarak ve kahvaltı amaçlı Starbucks arayarak başladık. Arayarak demeyeyim çünkü sıkı dostum eliyle koymuş gibi Starbucks’ı buldurdu bize ve rehberlik görevinde ilk artı puanı aldı 🙂
Starbucks’ta yaptığımız kahvaltının ardından rotamızı Osaka Kalesi’ne (Osaka Castle) doğru çevirdik ve kısa bir yürüyüşten sonra kaleye vardık. Kentin en popüler noktalarından biri olan bu kale yaklaşık bir kilometrekarelik bir alanın içinde yer alıyor. Etrafındaki yapıları ücretsiz gezebiliyorsunuz ama kaleye çıkmak isterseniz sıraya girip bilet almanız gerekiyor. Biz de sıranın hızlı aktığını görünce biletlerimizi aldık ve şu an müze olarak kullanılmakta olan kalenin katlarını birer birer gezerek en üste kadar tırmandık. Eğer merdivenler gözünüzü korkutuyorsa asansör hizmetinin olduğunu da belirteyim.
Osaka Kalesi’ni ve etrafını dolaştıktan sonra günü yarılamıştık. Önce kale çevresinde konumlanmış seyyar satıcılardan deniz mahsüllü çubuk atıştırmalıkları mideye indirip, yakınlarda bulunan bir alışveriş merkezinin içinde yer alan Mister Donut adlı kafeden tatlı ihtiyacımızı karşıladıktan sonra Sakura kontrolü için yakında bulunan ve nehir boyunca uzanan Kema Sakuranomiya Parkı’nı ziyaret etmeye karar verdik. Nehrin her iki yakasını kapsayacak şekilde uzun bir yürüyüş yaptık ama maalesef çiçek açmış ağaç sayısı çok fazla değildi. Ağaçlardan ümidi kesince nehir kenarındaki küçük büfelere göz attık ve en iştah açıcı görünen haşlanmış/közleme mısırları yiyerek yürüyüşümüzü kaldığımız binaya doğru sürdürdük.
Osaka’daki ikinci ve son akşamımızda akşam yemeği için ünlü Dotonbori bölgesine gitmeye karar vermiştik. Odalarda kısaca günün yorgunluğunu attıktan sonra fazla geçe kalmadan metroyu kullanarak Dotonbori’ye doğru yola çıktık. Kısa bir yolculuğun ardından vardığımız Dotonbori hem turistik özelliği hem de cumartesi akşamı olması nedeniyle epeyce kalabalıktı. Gitmeyi planladığımız Ajinoya isimli restoranın önündeki kuyruğun uzunluğunu görünce alternatif aradık ve başka bir Japon restoranında karar kıldık. Güzelce karnımızı doyurduk ve sonrasında trafiğe kapalı olan Dotonbori ana caddesinde bir tur attık, kızlar kozmetik mağazalarına bakarken sıkı dostum Serkan’la ben elektronik/teknolojik mağazalara kısaca göz attık ve günü bu şekilde noktalamış olduk.
Üçüncü günümüzün sabahında artık istikametimizi Kyoto’ya çevirmek için hazırdık. Erken ve hızlı kahvaltımızı bir önceki gün gördüğümüz Boulangerie & Café Goût adlı Fransız pastanesinde yaptıktan sonra evlere döndük, bavulları aldık ve metroya doğru yürümeye başladık. Hemen yakınımızdaki Tanimachiyonchome istasyonundan kısacık bir yolculukla Temmabashi istasyonuna ulaştık. Buradan da yapmamız gereken Keihan Line trenine atlayıp 45 dk içerisinde Kyoto’ya (Sanjo İstasyonu) ulaşmaktı.
Kyoto treninde başımıza gelenler ve sonrasında atıldığımız Kyoto macerası pek yakında 🙂
[…] çalıştığımız an ile başlıyor. O ana kadar Osaka’da yaşadıklarımız için sizi yazının ilk bölümüne alabiliriz […]