Bir önceki yazıyı bitirirken bizi Hong Kong’dan Bali’ye götürecek olan uçak havalanmıştı bile.. Yaklaşık 5 saatlik yolculuk sıkıntısız geçti.. Acil çıkış koltuklarında da yer bulduğumuz için ayaklarımı rahatça uzatıp uyuyabildim.. Ha, acil çıkışta yer olmasaydı uyuyamaz mıydım, tabii ki uyurdum ama böyle olunca daha bi güzel uyudum 🙂 Akşam 9 gibi Bali Adası’na indik, hızlıca ilerleyip önce vize ücretlerimizi ödedik, sonra pasaport kontrolden geçtik ve en son olarak da bavulları alıp havaalanının dışına çıktık.. Kalacağımız otelden araba göndermelerini rica etmiştim, onlar da sağolsunlar beni kırmadılar.. Bavullarımızı araca yükledik, yola çıktık ve yarım saat içerisinde otele vardık.. Akşamın o saatinde bizden başka giriş yapan yolcu olmadığı için hızlı bir şekilde bu işlemleri hallettik ve odalarımıza geçtik..
Kısa bir dinlenmenin ardından gene kısa bir otel turu yapmaya karar verdik.. Gece karanlığında gezebildiğimiz kadar gezdik, saat daha da geç olmadan odalara çekildik.. Bali’deki ilk iki günümüzü otelde geçirdik ve gerek sahilde gerek de havuz başında epeyce dinlendik.. Yüzme dışındaki tek aktivitemiz sincapları beslememiz ve Gençer ile oynadığımız masa tenisi oldu, sonuç ise her zamanki gibi benim lehime oldu 🙂 İki gün güzelce dinlendikten sonra artık Bali’yi biraz keşfedelim dedik ve arkadaşlarımızın tavsiyesiyle telefonunu aldığımız Denon’u aradık.. Denon Bali’nin yerlilerinden, hep güleryüzlü, anlaşılır bir İngilizcesi, güzel bir arabası olan bir arkadaş.. Bizi bir günlük tura çıkarması için Çarşamba sabahı otel lobisinde buluşmak üzere kendisiyle anlaştık..
Çarşamba sabahı ilk olarak Denon ile birlikte lokal bir Bali evini ziyaret ettik.. Genişçe bir arazi üzerine inşa edilmiş bir eve götürdü bizi Denon ve bahçesine girerek etrafı dolaşmaya başladık.. Ev sakinleri bir yandan günlük rutin işlerini yapıyorlar, bir yandan da onlara meraklı gözlerle bakan bizleri izliyorlardı 🙂 Yarım saat kadar süren bu minik tur esnasında Denon bize Bali’de evlerin yerleşimi ile ilgili de bir çok detay anlattı.. Mutfak nerde olur, tapınakları nereye kurarlar, günlük tanrılarına neler sunarlar gibi soruların cevaplarını bulmuş olduk böylece.. Siz de bu soruların cevaplarını merak ediyorsanız Denon ile bir Bali turu alabilirsiniz, reklamları izlediniz 🙂
Günün bir sonraki hedefi Tegenungan Şelalesi oldu.. Arabayı yukarıda bir yere parkedip, merdivenlerden aşağı inip, biraz da engebeli yollardan ilerlemeniz gerekiyor şelaleye ulaşmak için.. Gençer en heveslimiz olarak en önden fırladı tabii, zaten ayağında terlikleri üzerinde mayosuyla hazır bir vaziyette çıkmıştı yola.. Benim ise ayağımda spor ayakkabılar, üzerimde şort, na-hazır bir şekildeydim.. Dedim kardeşimi yalnız bırakmayayım, bari terlik giyip şelaleye doğru ilerleyeyim.. Ayakkabılarımı çıkarıp çantamda getirdiğim flip-flop’ları giydikten sonra kızları geride bırakıp Gençer’in peşinden yola koyuldum.. O esnada Gençer şelaleye ulaşmış, altına doğru ilerlemeye çalışıyor ama şelalenin şiddetinden ötürü bir türlü bunu başaramıyordu..
İlk amacım fazla ıslanmadan şelaleye mümkün mertebe yaklaşmak, şelalenin önünde gerek kendimin gerek Gençer’in fotoğraflarımızı çekmek ve sonrasında geri dönmek idi.. Şelaleye kara tarafından yaklaştıkça şelale psikolojik olarak beni kendine çekmeye başladı.. Terliklerimi çıkarıp en azından bileklerime kadar gireyim dedim.. Sıçrayan suları epeyce hissetmeye başlamıştım, telefonu cebime attım, biraz daha ilerleyeyim dedim.. Bu esnada gerek Gençer’in verdiği gazlar, gerek de uzaktan Müge’nin verdiği onay ile iyice terbiyesizliği ele aldım, ve kısa bir hazırlık(!) sonrasında kendimi suyun içinde buluverdim 🙂 Böyle kuvvetli akan bir şelalenin altında doğru yaklaşka gerçekten heyecan verici bir deneyimmiş, bunu bir kez daha görmüş oldum.. Bir de tabii Müge’nin çektiği ve ileride ünlü biri olursa aleyhime kullnılma ihtimali olan fotoğraflar var o günden arta kalan 🙂
Şelalede epeyce bir vakit harcadık Gençerle, sağolsun kızlar da şikayet etmeden beklediler bizi.. Bir sonraki hedefimizi kahve molası olarak belirledik ve Endonezyanın ünlü kahvesi Kopi Luwak’ı, yani Luvak Kahvesini, üretip satan bir mekana doğru ilerledik.. Bilmeyenler için kısaca anlatmak gerekirse, bu kahve çekirdekleri öncelikle misk kedisi denen, kedi olmayan ama kediye benzeyen, hayvan tarafından yeniliyor, öğütülüyor, ve dışkı vasıtasıyla çıkarılıyor.. Sonra afedersiniz bu dışkının içindeki halen şeklini koruyan çekirdekler dikkatli bir şekilde çıkarılıyor ve güzelce yıkandıktan sonra kahvenin yapım işlemi başlıyor.. Böyle anlatınca çok iç açıcı gelmemiş olabilir ama tadı gerçekten de çok güzel bir kahve, özellikle kahveseverlerin kesinlikle denemelerini tavsiye ederim, biz de güzel bir manzara eşliğinde kahvemizi yudumladıktan sonra turumuza devam ettik..
Hem öğle yemeğini yemek, hem de bu yemeği manzaralı bir yerde yemek için Denon bizi Batur Dağına götürdü.. Orada bulunan ve hala aktif olduğu söylenen volkan manzarasında yemek yiyecektik.. Aşağılarda sıcacık olan hava dağa tırmandıkça serinleşir gibi oldu.. İlk girdiğimiz restoranda ise öyle bir rüzgar esiyordu ki, yemek yemek mümkün değildi.. Herkes soğuktan şikayet edince Denon’dan alternatif bir mekan istedik, o da bizi ileride gene aynı manzaraya bakan başka bir restorana götürdü.. Çok az rüzgar alan bu restoranda yemeklerimizi güzel bir manzara eşliğinde yedik ve yolumuza dağdan aşağı inerek devam ettik.. Yol boyunca meyve, kahve vs. satan adalıları da görebiliyorsunuz bu arada..
Bir sonraki durağımız adanın ünlü pirinç tarlaları oldu.. Genelde internette gördüğümüz kat kat aşağı doğru inen bu tarlaları yakından görmenin zamanı gelmişti.. Denon’ın bizi bıraktığı yerden aşağıya indik, prinç tarlalarının başlangıç noktasına ulaştık ve buradan yavaş yavaş katları tırmanmaya başladık.. Hem bizimle birlikte aynı yönde ilerleyen diğer turistler, hem de işlerini bitirip geri dönen turistler olunca, geçiş yolları da çok geniş olmayınca zorlu bir mini tırmanış olduğunu söyleyebilirim.. Gidebildiğimiz yere kadar gittikten sonra aynı yoldan geri döndük ve indiğimiz merdivenleri tırmanarak ana yola ulaştık, Denon’ı bulduk ve gezimize devam ettik.. Denon gene aynı yol üzerinde bulunan hediyelik eşya dükkanlarının olduğu yere götürdü bizi, orda da kısa bir mola ve minik alışverişlerin ardından yola devam ettik..
Artık yavaş yavaş hava kararıyordu.. Maymun Ormanlarına gitme fikri için zaman kalmamıştı.. Biz de rotamızı Kecak Ateş Dansını izlemek üzere Ubud istikametine çevirdik.. Yaklaşık bir saat sürecek olan bu gösteriye ucu ucuna yetiştik.. Biz biletimizi alırken içerden sesler gelmeye başlamıştı, bunun üzerine hızlıca tribündeki yerimizi aldık.. Gösteride yer alan onlarca kişinin ağızlarıyla çıkardıkları sesler gösternin müziğini oluşturuyor 🙂 Dansın ilk çıkışı şeytan çıkarma ayinlerindeki hareketlere dayandığını duyunca bir üreperme gelmiyor değil ama dansı izleyince geçiyor 🙂 Keyifli vakit geçireceğiniz değişik bir gösteri diyebiliriz yani özet olarak..
Kecak Dansı sonrasında günün son durağını Jimbaran sahilinde yenecek olan akşam yemeği olarak belirledik ve Denon’un önderliğinde, benim co-pilotluğumda ilerlemeye başladık.. Bu arada yol buyunca Denon’a sorduğumuz sorularla (kendisinin yaşı, Balinin nüfusu vs.) tahmin yarışmaları yaptık ve hemen hepsini ben kazandım (veya Gençer kaybetti de diyebiliriz), bunu da belirteyim 🙂 Jimbaran’da kumsal üzerinde uzanan restoranlardan birine otırduk, yiyeceğimiz deniz ürünlerini seçtik, ve güzel bir akşam yemeği yedik.. Masaları dolaşan müzisyenlerden önce “Every Breath You Take” adlı parçayı istedik ve hep beraber bu parçaya eşlik ederek geceye devam ettik.. Yalnız daha sonra Gençer Nirvana isteyince adamlar gene çaldı ama çaldıkları parça sanırım etrafa biraz sert geldi 🙂 Yemek sonrası Denon bizi otele bıraktı, günlük ücretini kendisine ödedik, Gençerler sonraki gün de kendisiyle gezmek üzere sözleştiler ve günü bu şekilde noktaladık..
Biz bir gün kültür turu yeter diyerek sonraki günü havuz başında tembellik yaparak geçirirken Gençerler öncelikle Gençer’in içindeki surf ateşini söndürmek için Denon ile birlikte sabahtan Kuta’nın yolunu tuttular.. Akşam kendilerinden günün özetini dinledik.. Önce Kuta’da bir cafe’de kahvaltı yaptıktan sonra oradaki bir surf okulunun kapısını çalıp bilgi almışlar.. Daha sonra Kuta sahiline gidip Kutalı gençlerden eğitim almaya karar vermiş Gençer, kendisi her zaman daha ekonomik tercihlerin destekleyicisi olmuştur 🙂 Eğitimin detaylarını anlatırken Gençer’in sesini kaydetmiştik ama şu an o kadar üşeniyorum ki o ses kaydını çözümleyeme, anlatamam yani 🙂 Konu ile ilgili olanlar yorum girip soru sorarlarsa Gençer zaten ilk ağızdan cevap verecektir diye düşünüyorum.. Aklımda kalan en önemli şey Gençer’in epeyce yorulduğuydu.. Güç ve kndüsyon gerektiren bir spor olduğunu yerinde görmüş oldu yani 🙂
Kuta’da yemek, surf derken zaten günün yarısı bitmiş bile.. Günün ikinci yarısında ise bu sefer safari turu yapmaya karar vermişler ve Denon kendilerini Bali Safari Parkı’na götürmüş.. Burada da epeyce gezmişler ve parktaki hayvanlarla güzel güzel vakit geçirmişler 🙂 Safari bittiğinde nerdeyse akşam olmak üzereymiş ve akşam yemeğini gene Jimbaran’da yemeye karar vermişler.. Denon kendilerini gene sahile bırakmış, bu sefer farklı bir restoran tercih edip karınlarını güzelce doyurmuşlar.. Bu arada biz de akşam yemeği için otelin yakınındaki alışveriş/yemek mekanı Bali Collection’a gelmiştik, Gençerler de yemek sonrası turlarını burada noktaladılar ve bize katıldılar.. Turlarının ayrıntılarını dinledikten sonra beraberce otelimize doğru yürüdük..
Cumartesi erkenden yola çıkacakları için cuma günü Gençerlerin son günü gibiydi, o nedenle cumayı gene otelde o havuz senin bu deniz benim şeklinde geçirdik.. Bir ara Gençerle kano kiralayıp açılalım dedik ama dalgaların kırıldığı noktaya gelemeden bir kaç kere alabora olduk, neyseki deniz “git git beline geliyor” tarzında bir deniz olduğu için çok fazla zorluk yaşamadık 🙂 Cuma gününü bu şekilde hafifçe geçirdikten sonra cumartesi sabah 11 gibi Gençerleri yolca ettik ve 30 saate yakın sürecek olan yolculuklarına başladılar.. Bizim uçak geceyarısı olduğundan cumartesi de tüm günü otelde geçirebildik.. Gece 9 gibi otelden çıkmamıza rağmen biz pazar sabahı eve vardığımızda Gençerler hala yoldaydı, uzun yol dedikleri böyle bir şey olsa gerek 🙂
Sonuç olarak, dördümüz beraberce dokuz güzel gün geçirdik diyebilirim.. Kardeşimle beraber yaptığımız son tatil ne zamandı hatırlamıyorum bile, Erdek’e, Burgazada’ya, Keşan’a öğretmen kamplarına falan giderdik ailecek, sanırım o zamanlardan beri böyle bir tatil organizasyonumuz olmamıştı beraber, bu bağlamda güzel bir tecrübe olduğunu söyleyebilirim.. İleride daha nice organizasyonlara diyerek bu yazıyı burada bitiriyorum 🙂
Birkaç yılda gezilebilecek bir coğrafyayı birkaç güne, daha sonra da birkaç satıra sığdıran değerli yavrularımızın daha nice coğrafyaları aynı şevk ve heyecanla ve de sağlık içinde gezmeleri en samimi dileğimdir. Ayrıca Erdek,Burgazada, Keşan tatillerini anımsatman da sevindirici. Gerçi bunlarla onları kıyaslamak mümkün değil ama her durumu kendi zamanında ve şartlarında değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum