Bir önceki yazıda Gençerlerin Çin’de geçirdiği bir haftayı özetlemeye çalışmıştım.. Misafirlerimizin Çin günleri göz açıp kapayıncaya kadar geçiverdi ve hemen ardından 1 Ağustos sabahı itibariyle Müge ve benim de katıldığımız dört kişilik ve dokuz gün sürecek olan seyahatimiz başladı.. Gençerler buraya gelirken bayram tatiliyle birlikte bir haftalık da izin kullanarak toplam iki hafta geçirmeye karar vermişlerdi.. İkinci haftayı farklı bir yerde geçirmenin daha güzel olacağını düşündük.. Zaten Gençer yıllardır hep söylerdi bana “abicim n’olursun beni bir gün güney yarım kürede bir yerlere götür” diye, bende de abi yüreği tabii, kıramadım ve “gelin sizi Bali’ye götürelim” şeklinde bir çıkış yaptım 🙂 Bu fikrim olumlu yanıt buldu grubumuzda ve tatil destinasyonu olarak Endonezya’nın bu ünlü adasında karar kıldık..
Gençer bu sefer de “canım abim, dokuz gün Bali çok olmaz mı, hazır bu kadar yol gelmişiz, bir kaç farklı yer daha göster bize, n’olursun” şeklinde ricada bulununca gene kıyamadım ve hemen aklıma Şanghay – Bali arasında, yol üstünde olan ve bizim de çok sevdiğimiz Hong Kong ve Macau ikilisi geldi, ve tatil planına, Bali’nin öncesine her biri birer günlük olmak üzere bu ülkeleri de ekledik.. 1 Ağustos Cuma sabahı itibariyle Şanghay’da başlayan yağmura ve taksi beklerken sırılsıklam olan ayakcağızlarıma aldırmadan, erkenden Hongqiao havaalanına doğru yola çıkarak seyahatimizi resmi olarak başlattık 🙂 Öncelikli olarak Macau’ya uçacak, orada bir gece kalıp Hong Kong, orada da bir gece kalıp Bali yapacaktık.. Macau uçağımız yağmur nedeniyle saatinde kalkamadı, 1-2 saat uçak içinde bekledik, bu esnada ayakkabılarımı çıkardım, çorapları çıkarıp uygun bir yere (!) astım ve sırt çantamdaki yedek çoraplarımı giyerek bekleme kısmını en azından biraz daha konforlu hale getirdim kendi adıma 🙂
Yağmur azalır azalmaz uçağımız kalktı ve Macau istikametine doğru yol almaya başladı.. İniş anına kadar gayet rahat bir yolculuktu.. Hatta iniş süreci de sıkıntısız dı.. Hatta piste neredeyse tekerlekler dokunana kadar herşey yolunda gibiydi.. Ne var ki tekerlerkler piste dokunamadan bir anda uçağımız aniden havalanmaya başladı.. Kimse neler olduğunu anlamamıştı.. Herhangi bir anons da yapılmadı.. Bir süre sonra pilotlar inişimizin reddedildiğini (rejected landing) bu nedenle 15 dk sonra inceğimizi belirten bir anons yaptılar.. Tabii piste bu kadar yaklaşmışken neler oldu, dışarıdan uçağımız acaba bu videolardan biri gibi mi göründü bilemiyoruz ama sonuç olarak ikinci denememizde başarılı bir şekilde indik 🙂 Hızlı bir şekilde pasaport ve bavul işlemlerini hallettikten sonra dışarıda bekleyen Cotai Strip otobüslerine binerek otelimize doğru yola çıktık..
Gerek bizim Macau’ya daha önce bir kaç kez daha gelmiş olmamız, gerek de Gençerlerin öyle “harala gürele her yeri görelim”ci bir çift olmamasından ötürü gayet yumuşak bir başlangıç yaptık tatilimize.. Öncelikle sıcak ve güneşli havadan da faydalanarak otelin havuzunda takıldıktan sonra akşam civardaki diğer meşhur otelleri gezdik sırasıyla.. City Of Dreams, Galaxy Macau ve son olarak da Venetian otellerini dolaştık, yemeğimizi yedik, içeride bulunan devasa casino’lara kısaca bir “göz attık” ve sonrasında günü bitirdik.. Sabah kahvaltı sonrası direk Hong Kong’a geçmeye karar verdik, bu nedenle Macau kısmı hızlı bir şekilde sona ermiş oldu.. Çıkışımızı yaptıktan sonra otelin önünden kalkan servis otobüslerine atlayarak Macau Feribot terminaline geldik, Kawloon için biletimizi aldık, bavulları verdik, pasaport kontrolden geçtik, feribota bindik ve bir saat içinde Hong Kong’a vardık.. Hong Kong’a vardıktan sonra gene hızlı bir şekilde (Müge e-channel avantajını kullanarak bize fark atsa da) pasaport kontrolden geçtik, bavullarımızı aldık, terminalin altındaki duraktan taksiye atlayarak otelimize doğru ilerledik..
Hong Kong’ta Macau’ya göre daha fazla şey yaptığımızı söyleyebilirim.. Otele eşyaları bıraktıktan sonra beraberce yakın mesafedeki iskeleye yürüdük, vapura atladık ve Hong Kong Adası’na doğru kısa ama insana “Eminönü-Kadıköy” seferini anımsatan bir yolculuk yaptık 🙂 Vapurdan indikten sonra hemen yakındaki taksi surasından bir taksiye atladık ve “The Peak”e, yani adanın 552 metrelik rakımıyla en yüksek dağına çıkmaya başladık.. Kısa bir yolculuğun ardından tepeye varmıştık ve öncelikle gözlem kulesinin olduğu yere çıktık ve Hong Kong’u izledik gözlerimiz kapalı 🙂 Şansımıza açık bir hava, masmavi bir gökyüsü, ışıl ışıl bir güneş vardı ve manzaranın tadını çıkarmamıza yetti.. Işıl ışıl güneş yavaş yavaş yakıcı hale gelince biz de aşağı doğru inip karnımızı doyurmaya karar verdik.. Bubba Gump’ın hemen orada bulunan Hong Kong şubesine girdik ve deniz ürünlerine doyduk 🙂
Yemek sonrasında gene taksi ile vapur iskelesine, ordan gene vapur ile Kawloon tarafına geçtik.. Otele doğru yürürken bu sefer alışveriş merkezlerinin içinden ilerlemeye karar verdik.. Birbirine bağlı bu AVM’ler içinde ilerledikten sonra bir yerde çıkmamız ve otele doğru dönmemiz gerekiyordu, öyle de yaptık.. Otelde biraz dinlendikten sonra bir de akşam gezmesi yapalım dedik ve gene aynı vapur hattıya gene aynı adaya geçtik.. Bu sefer taksi yerine yaya üst geçitlerini kullanarak Hong Kong gece hayatının ünlü mekanı Soho’ya kadar geldik.. Ne var ki aniden bastıran yağmur burada çok fazla takılmamızı engelledi ve biraz taksi bekledikten sonra saat çok geç olmadan otele döndük.. Sonraki gün saat 15:30da uçağımız vardı ve biraz daha Hong Kong gezisi için erken kalkmamız gerekiyordu..
Sabah 9 gibi buluştuk ve öncelikle Starbucks’a giderek karnımızı doyurduk.. Sonra kızlı erkekli ayrıldık, Mügeler makyajsal alışverişler için Sasa mağazalarına, Gençerle ben ise giyim kuşam elektronik bakınmak için Harbour City alışveriş merkezine doğru yol aldık.. Saat 11:30 gibi otelde buluştuk, çıkışımızı yaptık ve taksi ile Airport Express’in Kawloon durağına gittik.. Hong Kong’un güzel tarafı bu metro istasyonunda Airport Express’e binmeden evvel uçağınız için checkin yapıp bagajlarınızı verebiliyorsunuz.. Biz de öyle yaptık.. Gençer’in biletinde isminin eksik oluşu ile ilgili olarak bir sıkıntımız vardı, acaba sorun çıkarırlar mı diyorduk, hiç bir sorun çıkmadı [ Turan’a selamlar 🙂 ] Bavullardan da kurtulup hafif bir şekilde Airport Express’e binip havaalanına doğru yol aldık.. Biraz duty free’lerde oyalandıktan sonra gate’e doğru ilerledik.. Planlanan saatinde kalkan uçağımız bizi direkt olarak Bali’ye götürmeyi hedefliyordu 🙂
Daha Bali kısmına gelmeden epeyce yazmışım sanırım gene.. Babam böyle durumlarda “ikiye bölsene oğlum yazılarını” diyor, ben de bu sefer kendisinin sözünü dinleyeyim ve ikinci bölümü ayrı bir yazı olarak yazayım.. Yazının ikinci bölümünde seyahatimizin Bali ayağınında yaşananları okuyabilirsiniz.. Bakalım “Eat, Pray, Love” filminde Julia Roberts’ın gözünden izlediklerimizin ne kadarı gerçekmiş, pek yakında burada 🙂
Dinçer Bey’in böyle gezip tozduğunu okuyunca, oraları ben de merak ettim. Ama ettiğimle de kaldım. Macau’ya nasıl giderim, Kawloon’a nasıl ulaşırım, ordan Bali’ye nasıl geçerim bilemiyorum. Yolu bulamam, birisi birşey sorsa yanıt veremem, bir müşkülüm olsa anlatamam. Malum, yabancı lisanım yok; “bir lisan bir insan” derler, ben türkçemizi biliyorum. Haa, kuş dili biliyorum ama o saylanmaz heralde. Zaten bir insanda iki insan nasıl olur, o bence saçma. Bir filmde görmüştüm, orda kendi kendiyle konuşan, kendindeki öbürüyle kavga eden melanet bir yaratık vardı, “Kıymetlimiss” filan diye diye delirmiş, gözleri pörtlemiş, saçı başı yolunmuş, meczup olmuştu. Hatırlamıyorum, kim bilir ne derdi vardı ama belki de yabancı bir dil öğrenirken o vaziyete düştü. Öyle olacaksa, hiç olmasın. Yani lisan öğreneceğim derken, kafayı üşütüp de deli olmak istemem. Gerçi bizim Tuğrul’un yeğeni turist rehberiydi, ben diyeyim 3 dil, siz deyin 5 dil biliyordu, çok da düzgün çocuktu. Öyle kendi kendine konuştuğunu filan görmedim Allah için. Tabii bilinmez, akşam evde belki bir tuhaf hallere giriyor olabilir. Öyle bir durumu varsa, Allah yakınlarına sabır versin, çok zor o işler. Yani evde deli olması çok fena bir durum. Böylesi de en tehlikeli delidir. Dışarda normal, evde deli olanı en fenası. Anlatsan kimse inanmaz, bir çivici katil vardı. Adamla otursan hoşsohbet, tatlı dilli, aklıbaşında, hani parti kursa oy verirsin. Ama gel gör ki, adam katilmiş. Nasıl anlayacağız ? Anlayamıyoruz. Bu gibi katillerin, suçluların tespiti için yetkililerin daha ciddi önlemler alması lazım.
Saygılar
Eline ve diline sağlık oğlum. Sayende biz de oralara kadar gitmiş olduk. Baba nasihatı dinleyip porsiyonları küçültmen de iyi olmuş. Sizi izlemeye devam ediyoruz….
Tolga Bey, sanırım o dediğiniz filmi ben de izledim, hatta aynı karakter “vat is dı matrisss” diyordu sanki, yanılıyor muyum 🙂
Teşekkür ederiz Necmi bey…