Cairns’ten Uluru’ya giderken Qantas Havayolları’nı kullandık. Jetstar’a göre biletleri biraz daha pahalı olan bu firma Avustralya’nın THY’si diyebiliriz.. Şansımıza biz daha sormadan acil çıkış koltukları verilmişti bize, ve böylece, uzunca olmasına (yaklaşık 3 saat) rağmen konforlu bir seyahat oldu. Sabah saat 10 sularında Ayers Rock Havaalanına (diğer bir adı Connellan Airport) inmiştik. Çölün üzerine kurulmuş minik bir havaalanıydı burası, boyut olarak bana geçtiğimiz aylarda kullanndığım Tokat Havaalanını hatırlattı biraz 🙂
Uçaktan iner inmez yüzümüze çöl sıcağı vurmaya başladı. Mevsim henüz ilkbahar olmasına rağmen burada artık yaz sıcağı vardı. Ve maalesef bu sıcak sadece küçük bir problemdi, asıl problemler gene uçaktan iner inmez yüzünüze vuran kara sineklerdi 🙂 Diğer çöllerde de böyle midir bilemiyorum ama burada özellikle güneşli saatlerde epey bir sinekle muhattap oluyorsunuz, bu bağlamda ilk uyarım kafanıza geçireceğiniz bir sinek ağı almanız.. Sanırım otellerde en çok satan ürünlerden biridir bu 🙂
Ayers Rock, veya bir diğer adıyla Uluru, Avustralya’nın Northern Territory adlı bölgesinde bulunan Red Centre Çölünün ortasında, en yakın yerleşim yerine (Alice Springs) 450 km uzaklıkta devasa bir kaya kütlesi.. 700 milyon yaşında olduğu söylenen ve Avustralya’nin yerlileri Aborijinler tarafından kutsal sayılan bu kayanın çevresi yaklaşık 10km uzunluğunda, yüksekliği ise 300 metrenin üzerinde.. Böyle bir üne sahip olan doğa güzelliğini görmek için epey bir yolu göze almıştık, ve buna değdi gerçekten de..
Avustralya seyahatimizin bu bölümünde bir değişiklik yapıp araba kiralamaya karar vermiştik. Böylece çölde gezerken daha rahat olacak, tur otobüslerine bağlı kalmayacaktık. Güzel bir karar verdiğimizi düşünüyoruz, size de bu şekilde yapmanızı tavsiye ederiz. Hem insanın eline çölde, yolun solunda ve arabanın sağında direksiyon sallama fırsatı kaç defa geçer ki 🙂 Rezervesyonumuzu VroomVroomVroom adlı siteden bize sundukları en uygun fiyatlı minik aracı seçerek yapmıştık.. Şansımıza havaalanına geldiğimizde ellerinde uygun araç kalmadığı için bizi ücretsiz olarak üst sınıf araca yükselttiler ve altımıza yeni bir Toyota Land Cruiser Prado verdiler, bizi çocuklar gibi sevindirdiler 🙂
Araç teslimat işlemi epey hızlı oldu, ve sonunda yetkili bize anahtarları verip arabanın yerini tarif etti 🙂 Türkiye ile karşılaştırınca biraz şaşırdık tabii. Bavulları alıp havaalanının dışındaki otoparka yöneldik, aracı kolaylıkla bulduk, bagaja bavulları yerleştirdikten sonra ön tarafa yöneldik. Kapıyı açıp direksiyon görmeyince bir anlık şaşkınlık yaşadım tabii, aynı şaşkınlığı Müge de diğer tarafta direksiyonla karşılaşınca yaşadı 🙂 Alışkanlıklarımızı değiştirmeye başlamanın zamanı gelmişti.. Yerlerimizi değiştirdik, ve arabayı yavaş ve dikkatli bir şekilde çalıştırdım. Neyse ki vites otomatikti, çünkü sol elle vites değiştirmek zor olabilirdi.. Havaalanından gene dikkatli bir şekilde çıkıp otele doğru ilerlemeye başladık..
Otellerin bulunduğu merkez (Ayers Rock Resort) havaalanına epey yakın bir mesafede bulunuyor. Bu bağlamda kısa bir yolculuktan sonra otele ulaştık. Çölde araç kullanmak kadar, çölün kendisi ve uzaktan da olsa heybetiyle bizi selamlayan devasa kayamız Ayers Rock epeyce etkileyiciydi. Arabayı otelin otoparkına parkettikten sonra otele girdik, giriş işlemlerini hallettik, odaya eşyalarımızı bıraktık ve çok fazla vakit kaybetmeden otoparka geri döndük 🙂 Keşfedilecek bir çöl, görülecek kocaman bir kaya vardı önümüzde..
Öncelikle otelleri içinde bulunduran Ayers Rock Resort içerisinde bir tur attıktan sonra rotamızı kayaya çevirdik. Bu bağlamda yol sizi Uluru-Kata Tjuta Ulusal Parkı‘nın içine sokuyor zaten. Girişte bilet almanız veya önceden almış olduğunuz bileti göstermeniz gerekiyor. Biz ilk girişimiz olduğu için 25AUD’den iki adet bilet aldık. Bilet alırken sağda bulunan gişeye yanaşma konusunda biraz mesafeli davrandığımı görevli kadına parayı zar zor uzatabilince anladım, hala yolların acemisiydim 🙂 Aldığınız bilet üç gün geçerli oluyor ve bu süre zarfında biletleri girişte yetkiliye gösterip devam edebiliyorsunuz.
Parka giriş yaptıktan sonra gidebileceğiniz değişik alanlar mevcut. Bunlardan bazıları güneş batımını izleme, güneş doğumunu izleme, yürüyüş parkuru alanları. Tabii isterseniz biraz daha araba kullanarak yakınlardaki Kata Tjuta kaya formasyonlarını da ziyaret edebilirsiniz.. Ayers Rock kadar heybetlı ve etkileyici olmasalar da.. 🙂 Biz öncelikle en yakında bulunan güneş batımını izleme alanına yöneldik. Öğle sıcağı vardı ama Ayers Rock’a yakınlaşmak istiyorduk 🙂 Araçların park edildiği alanda bizden başka kimse yoktu. Park alanı kayayı tam karşıdan, çok güzel bir noktadan görecek şekilde konumlandırılmıştı. Fotoğraf çekmek için çok güzel bir andı, ta ki arabadan inene kadar 🙂
Arabadan iner inmez etrafımızı resmen minik kara sineklerde oluşan bir ordu sardı.. Özellikle kafamızın etrafında gayet cesurca uçuyorlar, konuyorlar, ellerinizle kovmanız pek bir işe yaramıyor çünkü saniyeler sonra yeniden geliyorlardı.. Sabit durup fotoğraf çekmek/çektirmek mümkün değildi gerçekten de, çünkü ellerinizle her an kafanızdaki sinekleri uzaklaştırmak zorundaydınız.. Bu zor şartlarda otelden aldığımız ve kafamıza geçirdiğimiz sinek ağları sayesinde arabanın dışında durabildik biraz.. Onun dışında çok başarılı bir deneme olmadı ve güneş etkisini kaybedene kadar planımızı erteledik, otelimize döndük..
Resepsiyondan güneş batışının saat 6:45 gibi olduğunu öğrendik.. Saat 5 gibi yola çıkmaya karar verdik, bu zamana kadar Müge havuz kenarına indi, ben de odada biraz uyuklamayı tercih ettim.. Malum sabahın erken saatlerinden beri yollardaydık 🙂 Velhasıl, öğleden sonrayı otel sınırları içerisinde dinlenerek geçirdikten sonra saatin 5 olmasıyla birlikte hazırlıklarımızı (fotoğraf makineleri, sinek ağları, atıştırmalık bir şeyler vs.) yaptık ve arabaya atlayıp öğlen başarısız bir şekilde döndüğümüz güneş batımı noktasına doğru yola çıktık..
Otopark bu sefer öğlenki gibi boş değildi.. Güneşin batmasına bir saatten çok süre olmasına rağmen insanlar gelmiş, park etmiş, bazıları tripodlarını ayarlamaya başlamıştı bile.. Bazı aileler ise değişik bir ritüel yapıp kamp sandalyelerini çıkarıyorlar, kayayı güzel görecek bir noktaya konumlandırıp içeceklerini yudumlamaya başlıyorlardı.. Sinek sayısı öğleye göre azalmıştı, ama hala bizi rahatsız edecek kadar vardı.. İlk önce arabada biraz daha vakit geçmesini bekledil, güneşin batmasına yakın dışarı çıktık ve bu ana daha yakından tanıklık ettik.. Gerçekten güzel bir görüntüydü..
Güneşin batışı ve havanın yavaş yavaş kararmaya başlamasıyla birlikte otele dönmek üzere arabaya atladık.. Zaten Ulusal Park akşam 8’e kadar açık. Hava iyice karardıktan sonra parkta dolaşmanıza izin verilmiyor yani.. Otele dödükten sonra yakınlardaki Geckos adlı restorana gittik ve akşam yemeğini burada yedik.. Zaten çok fazla bir seçeneğiniz yok, Ayers Rock Resort’tan, yani oteller bölgesinden çıkarsanız sonsuz bir çöl sizi bekliyor 🙂 Burada bulduklarınızla yetineceksiniz yani.. Sabah güneş doğumunu yakalamk istediğimiz için yemek sonrası hemen odamıza çekildik..
Güneşin sabah 6:25 sularında doğacağını öğrendiğimizde saat 5 gibi yola çıkmaya karar vermiştik.. Hem güneş doğumunu izleme yeri biraz uzaktaydı, hem de karanlıkta bulmak zor olabilirdi, geç yola çıkıp riske girmek istemedik.. Sabahın körü denebilecek bir saatte uyandıktan sonra kalınca giyinip yola çıktık.. Güneş varken çok sıcak olan çöl ortamı güneş gidince soğuyuveriyordu.. Yolu bulma konusunda bir yer hariç sıkıntı çekmedik, orada da minik bir U dönüşüyle doğru yola çıkmayı başardık 🙂 Arabayı parkedip yürüyüş parkurunda yürümeye başladık..
Karanlıkta ve serin havada, sineksiz bir ortamda yürümenin keyfini çıkardık.. Yürüyüş parkuru boyunca güzel manzaraya sahip üç adet mekan tasarlanmış.. Bu mekanlardan herhangi birini seçip güneşin doğumuna tanıklık edebiliyorsunuz.. Biz yürüme sıramıza göre en son alanda kalmaya karar verdik.. Havanın yavaş yavaş aydınlanmasıyla beraber yerlerimizi aldık.. Yavaş yavaş ortam da kalabalıklaşıyordu.. Bu ana tanıklık etmek isteyen yüzlerce turist ile beraber güneşi üzerimize doğurduk 🙂 Güneşin doğmasıyla beraber sinekler de hafiften uyanmaya başladı, biz de hemen arabaya doğru ilerledik tabii 🙂
Otele dönüp kahvaltımızı etmeden önce, bir de kayanın etrafındaki yürüyüş parkurunu görmek istedik, ve direksiyonumuzu o tarafa doğru kırdık.. Farklı yürüyüş parkurları mevcut, kısa bir tur olan Mala Parkurunu da tercih edebilirsiniz, kayanın etrafında 10 km’lik bir yürüyüş demek olan Uluru Base Walk Parkurunu da.. Biz hem karnımız aç olduğundan, hem de sineklerin yoğunluğundan ötürü 2 km’lik Mala Parkuru yürüyüşünü yaptık ve bu dev kayayı yol boyunca yakından görme fırsatı yakaladık.. “Vay maşallah” şeklinde tepki verilecek bir doğa olayı gerçekten de 🙂
Yürüyüş sonrası otele döndük ve otel restoranında kahvaltımızı yaptık.. Kahvaltı sonrası güneşin tepede olduğu saatlerde çok fazla bir aktivite yapmak istemedik, bu nedenle bu zamanı önce odada ve havuz başında dinlenerek, sonrasında ise otel yakınlarında bulunan Town Center adlı merkezdeki mağazalarda dolaşarak geçirdik.. Güneş batımı için planımız gene sabitti.. Bu sefer arabayı daha güzel manzaralı bir yere koyacaktık 🙂
Bir önceki günki gibi, gene akşam saat 5 gibi yola çıktık ve güneş batımını izlemek üzere otoparkta yerimizi aldık.. Solumuzdaki minibüste bir baba kız sandalyelerini minibüsün tepesine kurmuş manzarayı seyrediyorlardı.. Sağımızdaki karavanda ise bir baba oğul sandalyelerini aracın önüne çekmiş, bir yandan da yıldızlar için kamera ile kayıt yapıyorlardı.. Biz de yanımızda getirdiğimiz elmaları yiyor, güneşin batışına ve kayanın renk değişimine bir kez daha tanıklık etmek üzere beklemedeydik 🙂 Güneşi bir kez daha batırdık, farklı pozlar verip birçok fotğraf çektik ve otele geri döndük..
Son akşamımızı da güzel bir şekilde noktalamıştık, artık bir sonraki sabah uçağına binip Melbourne’e doğru yola çıkmaya hazırdık.. Bu arada, isteyenler için Uluru oteller bölgesinde yapabilecekleri değişik aktiviteler de mevcut, bunlardan bazıları develerle yürüyüş, helikopter turu ve yıldızların altında akşam yemeği.. Ne var ki bu aktivitelerin fiyatları epeyce pahalıydı, bu nedenle biz pek fazla yanaşmadık kendilerine 🙂
Sabah otel çıkışımızı yapıp havaalanına doğru yol aldık.. Havaalanının otoparkına aracı park ettik, içeri girip firma yetkilisini göremeyince orada bulunan kutuya arabanın anahtarını attık, ve kiralık araç işlemlerini gayet hızlı ve sorunsuz bir şekilde tamamlamış olduk 🙂 Sonrasında bavullarımızı verdik, biletlerimizi aldık ve Jetstar’ın bizi Melbourne’e götürecek uçağını beklemeye başladık.. 2 gecelik çöl tecrübesinden sonra bizi bir büyükşehir bekliyordu 🙂
Uluru harika,fotoğraflar enfes, anlatım çok tatlı, çok içten tebrikler
yanina kadar gidip kayaya elleyebiliyor muyuz?
Kayaya yaklaşmak, dokunmak vs. serbest. Bazı kutsal sayılan kısımlarında sessiz olunması ve fotoğraf çekilmemesi konusunda uyarılar var sadece.
Çok içten teşekkürler 🙂
ellediniz mi siz?
tabii ki, o kadar yol geldik ellemeden olmazdı 🙂