Çin’de her sene Ekim başında ülkenin milli bayramı sebebiyle bir haftalık resmi tatil uygulanıyor. Bu bağlamda Çinliler genelde memleketlerine, yabancılar da tatil mekanlarına gidiş için bir fırsat olarak kullanıyorlar bu tatili. Biz de aynı şekilde düşündük ve aldığımız ek izinlerle bu tatili iki haftaya çıkardık. İki haftalık bu uzun tatil için de hedef olarak Avustralya’yı seçtik. Hazırlıklara aylar önceden başladık çünkü Avustralya’nın pahalı bir ülke olduğunu biliyorduk ve erken alınan biletler ve yapılan rezervasyonlarla mümkün mertebe uygun fiyatlara ulaşmak istiyorduk. Planlamamızı yaparken iki haftada dört yer gezebileceğimizi düşündük ve rotamızı Şanghay –> Sydney –> Cairns –> Uluru (Ayers Rock) –> Melbourne –> Şanghay şeklinde çizdik. Öncelikle Şanghay-Sydney gidiş ve Melbourne-Şanghay dönüş biletlerimizi Air China’nın direk uçuşlarıyla ayırtttıktan sonra Avustralya vizesine başvurduk.
Vize başvuru süreci çok zor olmadı. Konsolosluğun ilgili web sayfasından ilgili dokümanları basıp, doldurup, gene aynı sayfadan alacağınız randevu ile yetkili vize acentesine gidiyorsunuz. Formları ve belgeleri teslim edip ödemeyi yapıyorsunuz. Sonrasında mail adresinize gelecek olan yanıtı/vizeyi bekliyorsunuz. Pasaportunuzu acenteye bırakmanıza gerek yok, göstermeniz yeterli, çünkü Avustralya vizesi elektronik bir vize, online olarak çıkıyor ve ilgili yerlerde (havaalanı, pasaport polisi vs.) de bu şekilde kontrol ediliyor. Vizelerimiz ile ilgili olumlu yanıt içeren emaili yaklaşık 10 iş günü içerisinde aldık ve kalan kısımları planlamaya başladık. Bu bağlamda önce Avustralya içerisinde ulaşımımızı sağlayacak uçuşlar için biletleri aldık. Öncelikli olarak Jetstar havayollarını kullandık çünkü en uygun fiyatlar buradaydı. Sadece Cairns-Uluru arasında çok seçeneğimiz olmadığı için Quantas Havayollarını kullanmak zorunda kaldık.
Uçak biletlerini hallettikten sonra sıra konaklama kısmına geldi. Konaklama için bugüne kadar hep otelleri tercih etmiştik ama bu sefer bir çılgınlık(!) yapalım dedik ve son zamanların popüler sitesi AirBnb aracılığıyla Sydney günlerimiz için bir ev kiraladık. Bilmeyenler için kısaca özetlemek gerekirse AirBnb dünyanın herhangi bir noktasında, insanların evlerini kısa süreli kiralamalarına aracılık yapan bir site. Bizim ilk tecrübemiz olacağı için seyahatimizin Sydney ayağında kullandık sadece, diğer şehirler için uygun fiyatlı otelleri tercih ettik. Sydney’deki tecrübemizden sonra AirBnb’yi sonraki seyahatlerimizde de kullanmaya karar verdik, herkese de tavsiye ederiz 🙂
Yolculuğumuz 26 Eylül Cumartesi akşamı, Air China’nın CA175 sefer sayılı uçağının Pudong Havaalanından hareket etmesiyle başladı. Yaklaşık 10 saatlik yolculuğun ardından Pazar sabah saat 8 gibi Sydney’e vardık. Şanghay ve Sydney arasında sadece iki saat fark olduğundan herhangi bir jetlag problemi yaşamadık. Pasaport kontrolden geçip bavullarımızı aldıktan sonra öncelikle havaalanındaki Optus şubesine gidip iki hafta boyunca kullanabileceğimiz telefon ve Internet paketini satın aldık. Günlük 2AUD ödeyerek alacağınız 15 günlük paket size her gün 500MB Internet ve sınırsız yurtiçi konuşma olanağı sağlıyor. Tabii ki bizim için önemli olan Internet idi 🙂
Optus hattını yanımızda getirdiğimiz eski telefonlardan birine takıp sağladığı Internet paketini asıl telefonlarımızda paylaşmaya başladık. Günlük 500MB limit işimizi fazlasıyla gördü, bu bağlamda Optus’un “My Daily Plus” adlı bu paketini herkese tavsiye ederim. Optus telefon kartından sonra sıra Opal ulaşım kartına gelmişti ve bu kartı da hemen ilerideki market/gazeteci karışımı mekandan aldık. Sydney’de otobüs, tren ve feribotlarda kullanılabilen bu kartlardan iki adet alıp içlerine 40AUD yükleme yaptık. Kaldığımız beş gün boyunca bu miktar yeterli oldu, hatta arttı bile. Otobüse binerken kartı bastığınız gibi inerken de basmayı unutmamanız gerekiyor yoksa kartınızdan fazladan para düşülebilir.
Kart işlemlerini halledip üzerine hafif bir şeyler atıştırdıktan sonra çıkıştaki taksi durağından bindiğimiz taksiyle ‘evimize’ doğru yola çıktık. Airbnb vasıtasıyla kiraladığımız bu ev Sydney’in ünlü plajı Bondi Beach‘e (‘bonday’ diye okunuyormuş, bunu da öğrenmiş olduk) sadece bir kaç dakikalık yürüme mesafesindeydi. Yaklaşık 60AUD’lik ve yarım saatlik bir yolculuk sonucu eve vardık. Sabah evi boşaltan misafirlerin ardından evde temizlik yapan görevli vardı, bavulları eve bırakıp temizlik bitene kadar plaja inmeye karar verdik.
Kısa bir yürüyüşün ardından Bondi Plajına ulaştık ve görülmesi gereken yerler listemizden bir yer daha eksilmiş oldu 🙂 Gerçekten de filmlerde, dizilerde, belgesellerde gördüğümüz gibi çok güzel bir plajdı. Uzun, geniş bir kumsal, serin havaya rağmen kumsalda yatanlar, yürüyenler, köpeğini gezdirenler, koşanlar, dalgalı denizde yüzenler, sörf yapanlar… Her çeşit insanı ve türlü aktiviteyi görmek mümkün Bondi Beach’te, tabii ki okyanus manzarası da cabası. Hemen herkesteki mutluluk ve güleryüz de gözümüzden kaçmadı tabii 🙂
Sahil havası okyanus esintisinin de etkisiyle bize biraz fazla sert geldi, bu nedenle montlarımızı giyiverdik hemen.. Yanımızda yalınayak mayo ile dolaşan, denizden çıkıp evine yürüyen Avustralyalılarla epey bir tezat oluşturduk 🙂 Sahil yolundaki mağazalara bakarak eve doğru yürüdük, yol üzerinde bir cafede birer bardak çay içtik, ve eve döndüğümüzde temiz bir şekilde herşey hazırdı. Kiraladığımız stüdyo daire 2 kişinin (tercihen çift) konaklaması için idealdi 🙂 Müge özellikle kocaman balkonu çok sevdi. Doğru bir karar verdiğimizi görünce haliyle epey sevindik 🙂
Bavulları açıp yerleştikten sonra hafif bir uyku çektik, ve uykunun ardından hava kararmadan sahili iyice keşfetmek üzere yola çıktık. Ne var ki, sahile indiğimizde rüzgarın hala etkisini sürdürdüğünü gördük ve bir sonraki gün havanın daha sıcak olacağını da düşünerek sahil gezisini Pazartesi sabahına bıraktık. Bunun yerine Sydney’in ünlü limanına gitmek üzere Circular Quay‘e giden bir otobüse atladık. Opal Kart’ın cep telefonu uygulamasını da indirmiştim, bu uygulama gitmek istediğiniz yere bulunduğunuz yerden ulaşmak için tren ve otobüs alternatiflerini listeliyor ve ulaşım konusunda işinizi epey kolaylaştırıyor.
Bondi Beach’ten Circular Quay’e yaklaşık 30-40 dakikalık bir otobüs yolculuğu ile ulaştık. Limanda deniz kenarında dolaşarak ünlü Sydney Opera House ile Harbour Bridge‘in ihtişamına tanıklık ettik, bol bol fotoğraf çektik. Sydney’de yapılacak aktivitelerden en popülerlerinden biri olan köprü tırmanışı için Salı günü sabahına biletimizi de aldıktan sonra Sydney’in en eski mahallelerinden The Rocks içerisinde biraz turladık. Acıkan karnımızı bir İtalyan restoranında doyurduktan sonra gene bir otobüse atlayarak evin yolunu tuttuk.
Pazartesi sabahına Müge erkenden başladı ve Bondi Beach’e sabah sporunu yapmaya gitti. Tatillerde sporla aram çok iyi olmuyor genelde, ama Kasım ayında katılacağım Şanghay Maratonu’nu düşünerek yanımda koşu ayakkabısı getirmiştim. Ne var ki, Bondi’ın rüzgarı beni biraz korkuttu, o nedenle Mügeye eşlik edemedim 🙂 Sabah kahvaltısı için ev sahibimizin önerdiği Bills Bondi adlı mekana gittik ve omletli güzel bir kahvaltı sonrası Bondi Beach’ten güney istikametine doğru yürüyüşümüze başladık. Ara ara esse de güneşli güzel bir havada Tamarama Beach’e (Tamarama Plajı) kadar yürüdük, okyanus manzarasının tadını çıkardık. Sydney’i ve özellikle Bondi Plajını daha ilk günden çok sevmiştik 🙂
Günün ilk kısmını sahil kenarında geçirdikten sonra eve döndük ve biraz dinlendikten sonra Newtown‘a doğru yola çıktık. Bu sefer otobüs ve sonrasında tren aktarmasını kullandık. Toplu taşıma sistemi biraz karmaşıktı ama gitgide alışıyorduk. Newtown’da Sydney seyahati öncesi bize epey yardımcı olan arkadaşlarımız Yeliz-Baki çiftiyle buluştuk ve onların favori mekanlarından biri olan Courthouse Hotel‘in pub’ında güzel bir sohbet eşliğinde akşam yemeğimizi yedik. Sonrasında Newtown sokaklarında beraber bir yürüyüş yaptık, onlar Newtown anılarını yadettiler, bu esnada bizi şehir konusunda iyice oryente ettiler ve bu güzel yürüyüş sonrası evlerimize dağıldık.
Salı günü sabah kahvaltısı için evin yakınında başka bir mekan keşfettik. Lox Stock & Barrel adlı bu mekan bizim favori kahvaltı mekanımız oluverdi. Gerek omleti gerek avokado ezmesi, gerek de lezzetli çayları ile bir sonraki günün kahvaltısının kararı verilmişti bile 🙂 Kahvaltı sonrası 11:50 için biletini aldığımız köprü tırmanış aktivitesi için Harbour Köprüsü’nün yolunu tuttuk. Otobüsle Circular Quay’e gidip ordan kısa bir yürüyüş sonrası BridgeClimb adlı bu şirketin köprü ayağından bulunan merkezine ulaştık.
Köprü tırmanışı için farklı alternatifler mevcut. Biz bunlardan “Expres Climb” adlı tırmanışı tercih ettik. Yaklaşık 2 saat 15 dakika süren bu tırmanış köprünün alt tarafından başlıyor, daha sonra köprü ortasına ulaşınca en üste çıkıyorsunuz, manzaranın tadını çıkarıp tur rehberiniz tarafından fotoğraflarınız çekiliyor ve sonrasında gene bir alt kata inip başlangıç noktanıza doğru ilerliyorsunuz. Tırmanışçıların güvenliği için hür tür önlem alınıyor, özel kıyafetler giyiyorsunuz, sürekli olarak köprüye bağlı yürüyorsunuz. Yürüyüş esnasında tur rehberiniz size köprü ile ilgili bir çok bilgi veriyor. Turdan ve bu tırmanış tecrübesinden epey memnun kaldık.
Tur sonrası acıkan karnımızı doyurmak için hemen yakındaki Pancakes On The Rocks adlı restoranın yolunu tuttuk. Pazar gecesi de buranın önünden geçmiş ve sokağa kadar taşan bir kuyruk olduğunu görmüştük. Neyseki Salı günü öğlen saatlerinde hiç kuyruk yoktu ve burda karnımızı güzelce doyurduk. Pazar günü karanlık ve soğuk nedeniyle kısa kestiğimiz liman turunu bu sefer aydınlıkta ve sıcak bir havada tekrarlamak istedik. Köprünün ayağından Sydney Opera House’a doğru yürümeye başladık. Manzarayı seyrederek, fotoğraflar çekerek, yavaş yavaş ilerledik.
Opera Binasına ulaştıktan sonra hedefimizi hemen yanındaki Kraliyet Botanik Bahçesi (Royal Botanic Gardens) olarak belirledik ve oraya doğru yöneldik. Kentin merkezindeki bu yeşil alan ve içerisinde yer alan türlü bitkiler, ağaçlar, çiçekler bizi çok etkiledi. Buradan çıktıktan sonra hemen yakınlardaki Hyde Park’ın da içinden geçerek bir kahve molası verdik. Bu esnada hava da kararmıştı. Kahve sonrasında parkın hemen yanında bulunan otobüs durağına giderek evimize gidecek olan otobüsü beklemeye başladık. Yaklaşık bir saat içerisinde yorgun ve mutlu bir şekilde eve varmıştık bile.
Perşembe günü uçağımız erken saatte olduğu için, Çarşamba Sydney’deki son günümüzdü. Son günümüze yeni favori mekanımız Lox Stock & Barrel’da bir gün önceki kahvaltının aynısı ile başladık 🙂 Sonrasında otobüse atlayıp Circular Quay’e doğru yollandık. Hedefimiz Manly Plajını ve Taronga Hayvanat Bahçesini görmekti. Bunun için limanda bulunan şirketlerden Captain Cook Cruises‘ın günlük biletini aldık. Bu bilet ile gün içerisinde Sydney Limanı’ndaki belli başlı 7-8 noktaya giden tur feribotlarının hepsini kullanma hakkına sahip oluyorsunuz. Şehir içinde çalışan “hop on – hop off” tarzı tur otobüslerinin denizde giden versiyonu 🙂
Saat 12 itibariyle gezimize başladık ve yarım saat içerisinde Manly durağına ulaşmıştık. Burada feribottan indik ve Manly içerisinde biraz turladık. Manly Plajı da Bondi gibi uzun bir kumsal ama daha az dalgalı bir denize sahipti. Bu nedenle olsa gerek daha kalabalık ve çocuk/genç sayısı daha fazlaydı 🙂 Burada çok fazla zaman geçirmek istemedik, biraz yürüyüş ve dondurma molasının ardından iskeleye inip bir sonraki Captain Cook feribotuna atladık ve Taronga Zoo durağına doğru ilerledik. Aldığımız günlük feribot bileti hayvanat bahçesi için ücrtsiz giriş de içeriyordu. İskeleden mekana giriş için iki seçeneğimiz vardı, teleferik ile yukarıya çıkıp ordan girmek veya üç dakikalık yürüyüş ile alt girişi kullanmak. Teleferik sırasını görünce yürüyüş daha mantıklı geldi 🙂
Taronga Hayvanat Bahçesi kentin merkezine çok yakın, yeşillikler içerisinde konumlandırılmış, ve gördüğümüz kadarıyla hayvanlara çok iyi bakılan bir yer. Şehir merkezinde olduğunu düşününce hemen aklımıza bizim Gülhane Parkı ve ordaki hayvanat bahçesi geldi, biraz hüzünlendik. Bazı hayvanlar şanslı doğuyor sanırım 🙂 Bu hayvanat bahçesi turu sayesinde hayatımızda ilk kez kanguru ve koala ile de tanışmış olduk. Burada geçirdiğimiz hoş vakit sonrası Circular Quay’e dönecek olan son feribotu yakaladık ve merkeze ulaştık.
Son günümüzün akşamını Bondi Beach’te geçirmek istediğimiz için ilk otobüsle evin yolunu tuttuk. Sahilde yürüyüş ve bir kaç parça alışveriş sonrası evin yakınında bulunan Bangkok Bites adlı Tayland restoranında akşam yemeğini yedik ve son hazırlıklarımızı yapmak üzere evin yolunu tuttuk. Bavulları akşamdan yaptık ki, sabah sahile son bir kez inip okyanus esintisini içimize çekebilelim 🙂 Sabah bu plana uyduk ve sonrasında Über ile çağırdığımız taksiye atlayarak havaalanının yolunu tuttuk. Bir sonraki durağımız Cairns olacaktı…
Güzel seyahat, güzel anlatım ama ben bundan birkaç yazı çıkartırdim:)
Teşekkür ediyorum Necmi beyciğim.. Site Şangay ile ilgili olduğu için çok fazla dağıtmak istemedim konuyu.. Sizin bloğunuzda olsa tabii ki daha fazla parçaya bölünebilirdi 🙂
[…] Bondi Beach’deki restorantlarda güzel bir kahvaltı kaçırılmamalı. Özellikle avokado sevenler için bir kaç […]