Siteyi uzun zamandır takip eden, ayrıca hafızası da afedersiniz fil gibi kuvvetli olanlar üç sene önce kardeşimin buraya yaptığı ziyareti, o ziyaret sırasında ve sonrasında yazdığım yazılardan hatırlayacaktır 🙂 2011 senesinin Temmuz ayında Şanghay’ı tek başına ziyaret eden sevgili Gençer, Şanghay’ın yazından, dişinin pörtlemesine rağmen, çok memnun kalmış olacak ki, ikinci ziyaretini de gene bir Temmuz ayında yapmaya karar verdi ve geçtiğimiz ayın son haftasını, bu sefer kız arkadaşı ile birlikte Çin’e ayırmaya karar verdi ve bir hafta boyunca Şangay ile Pekin’in altını üstüne getirdiler 🙂 Ben de kısaca neler yaptığımızı burada anlatayım dedim, belki okuyanlara da ileride gelecek misafirleri için bir fikir olur 🙂
İlk gün, yani cumartesi günü, öğleden sonra misafirlerimizi havaalanında karşıladım, taksiye bindirdim, eve getirdim.. Müge evde bekliyordu bizi, hoşgeldinler beşgittinler, kısa bir sohbet muhabbet derken akşam oldu ve akşam yemeği için Wujiang Road’a yürüdük.. Orada, hep gördüğümüz daha önce hiç denemediğimiz Gyu Jin isimli Japon Hot Pot Restoranını denedik ve gayet memnun kaldık.. Sonrasında hemen karşıdaki Starbucks’tan kahvelerimizi aldık ve bir taksiye atlayarak Bund’a, yani nehir kıyısına gittik.. Varınca gördük ki mahşeri bir kalabalık var o akşam, tüm kent akın akın nehri iniyor.. Bunun üzerinde kısaca orada takıldık ve taksi de bulamayınca, önce ara sokaklardan, sonra da East Nanjing yaya yolundan yukarı doğru People Square istikametine yürümeye başladık.. People Square’in oralarda taksi bulabildik neyseki ve yolun masaj salonuna kadar olan son kısmını taksiyle geldik.. Yili Shirley Massage adlı masaj salonunda ayak masajı yaptırdık ve hem akşamki yürüyüşün hem de misafirlerimizin gelddiği uzun yolun verdiği yorgunluğu üzerimizden atmaya çalıştık.. Masaj sonrası tüy gibi olan ayaklarımızla eve kadar yaptığımız kısa yürüyüş hiç kimseyi yormadı.. Saat geç olmuştu ve yatma zamanıydı..
İkinci gün kahvaltı sonrası Şanghay’ın meşhur Antika Caddesi’ni ziyaret ettik.. Buradaki sokakları uzun uzun gezdikten (detayları için ayrıca bir yazı yazacağım inşallah) sonra yakın mesafedeki Xintiandi’ye yürüdük.. Orada biraz soluklandık, bir cafede oturup pasta/kek yedik, çay/kahve içtik ve sonrasında Xintiandi içerisinde dolaşmaya başladık.. Sonraki hedefimiz akşam yemeği için gideceğimiz Din Tai Fung adlı restoran idi, bunun için Xintiandi girişinden taksi tuttuk ve Portman-Ritz Carlton otelinin ortasındaki avluda bulunan restorana doğru ilerledik.. Restoranın imza ürünü olan dumplinglerden epeyce söyledik ve tıka basa yedik.. Restorandan çıktığımızda yağmur başlamıştı, biraz bekledik ama baktık yağmur durmuyor, başladık yürümeye, neyseki fazla ıslanmadan bir taksi bulduk ve eve döndük.. Evde biraz soluklandıktan sonra The House of Blues&Jazz adlı mekana doğru yola çıktık.. Jazzseverler için ideal bir seçim olan bu barda içeceklerimizi yudumlarken, gecenin süprizi olarak Kervan Restoran’ın işletmecisi sevgili Uğur’un da kısa bir davul gösterisine şahit olduk, kendisini epeyce alkışladık 🙂 Saatler gece yarısını geçerken eve dönme zamanı gelmişti..
Pazartesi günü gerek ben gerek de Müge iş yerinden izin almıştık.. Sabah kahvaltısının ardından kızlar Helen Nail adlı manikür-pedikür mekanına giderken Gençer ve ben motora atlayıp önce misafirlerin karakol kayıtlarını yaptırdık, ordan ise geze geze French Consession tarafına geldik kızlarla buluştuk ve bir Costa Coffee’de oturarak kahvelerimizi içtik.. Sonrasında kızlar bu sefer alışverişe giderken biz Gençer ile eve döndük ve kendisine Playstation’da futbol oynamanın inceliklerini öğrettim biraz 🙂 Aynı günün akşamında ise Çinli dostumuz Mr. Hu ve ailesinin Gençerler için düzenledikleri akşam yemeği organizasyonu için Xuhui’de bir Uygur Restoranı’na doğru yol aldık.. Mr. Hu, ailesi ve yakın arkadaşlarının da iştirak ettiği bu güzel yemeğin ardından Hengshan Road üzerindeki Shanghai Brewery’ye çevirdik yolumuzu ve mekanın bahçesinde oturup bir yandan bir şeyler içerken öte yandan da koyu bir muhabbete daldık.. Zaman su gibi akıp geçmişti ve günü bitirmenin zamanı gelmişti 🙂
Salı gün biz çalıştığımız için Gençerler Pazartesi gecesinden onlara çizdiğimiz rota üzerinde tek başlarına ilerleyeceklerdi, ve bunu da gayet başarılı bir şekilde halletmişler.. Önce Mr. Pancake‘e gidip güzel bir kahvaltı yapmışlar.. Sonrasında Kerry Center’da mağazaları dolaşmışlar.. Ordan çıkıp Jing’an Temple’a girmiş ve kentin bu ünlü tapınağını ziyaret etmişler.. Daha sonra metroya atlayıp, hatta aktarma yapıp, Tianzifang‘a gitmişler, oranın dar sokaklarını dolaşmış, bir cafede oturup bir şeyler içmişler.. Gündüz seyahatlerinin son ayağı olarak ise taksiye atlayarak Yu Yuan‘e gitmişler, ünlü bahçeleri gezmişler, ve sonrasında gene taksi ile eve dönmüşler.. Onlar eve döndükten bir süre sonra biz de Müge ile eve varmıştık.. Biraz soluklandık, günlerinin nasıl geçtiğini dinledik ve akşam yemeğimizi yemek üzere bu sefer Cool Docks‘a gittik.. Orada bulunan restoranlar arasından bir Japon Restoranında karar kıldık ve karnımızı güzelce doyurduk.. Bu sefer aksamı çok geç noktalamadık çünkü sonraki gün misafirlerimiz sabah erkenden Pekin’e gideceklerdi..
Çarşamba sabah 07:00’da kalkacak olan Shanghai-Beijing uçağına yetişmek için sabah 5 gibi Gençerleri evin ordan taksiye bindirdim.. Son anda unuttukları bir şeyi almak için taksiyi durdurup yukarı koşturmamı saymazsak rutin bir işlemdi 🙂 Hongqiao havaalanına gittikleri için yolları çok uzun değildi.. Sıkıntısız bir şekilde uçağa yetişmişler, binmişler ve Pekin’e inip taksi vasitasıyla otellerine gitmişler.. Otelden çıkıp önce ünlü Wangfujing Caddesinden geçmişler, oradan Tiananmen Meydanı’na çıkmışlar sonrasında ise Forbidden City’yi gezmişler.. Forbidden City çıkışındaki parkın orda biraz oyalanıp yarım saatliğine etraftaki tuktuk’lardan birini kiralamış ve biraz da onunla gezmişler.. Gene bir yerde oturup, bir şeyler içtikten sonra otele geri dönmüşler.. Akşam yemeği için otelden adresini aldıkları bir mekana Pekin Ördeği yemeye gitmişler, sonrasında ise otelin yakınında bir yerde ayak masajlarını yaptırarak günün yorgunluğunu atmışlar..
Perşembe günü, yani Pekindeki son günlerinde onlara şoförlü bir araba ayarlamıştım.. Daha önce hem kendimiz için hem de arkadaşlarımız için kullandığımız ve hizmetinden memnun kaldığımız John ile önceden anlaşmıştık.. Sabah erkenden Gençerleri otelden almış ve öncelikle Pekin Hayvanat Bahçesi’ne götürmüş.. Burada yapılan kısa bir panda ziyaretinin ardından ikinci durak Summer Palace olmuş.. Gençerlerin burayı epeyce beğendiğini söylemeliyim.. Günün son durağı ise Pekin turunun olmazsa olmazı Çin Seddi imiş tabii ki.. Çin Seddi’nde yapılan yorucu yürüyüşün ardından John misafirlerimizi Pekin Havaalanı’na bırakmış ve sorunsuz bir şekilde Şanghay uçağına binmişler.. İndikleri Hongqiao havaalanından taksiye atlayıp, Gençer’in akıcı Çincesi sayesinde hiç zorlanmadan evi buldular.. Perşembe akşamı itibariyle Çin’deki son geceleriydi çünkü cuma sabahı dört kişilik yolculuğumuz başlıyordu, ve herkes için bavul toparlama zamanıydı..
Cuma sabahı neler oldu, uçağımız nasıl bir badire atlattı, haftasonu nasıl geçti, bir sonraki hafta hangi adadaydık, neler yaptık, Gençer escolar balığı ile nasıl bir macera yaşadı, hangi şelalede inanılmaz şeyler oldu, kedinin dışkısını kim içti, neden içti gibi sorularının cevaplarını ise bir sonraki yazıda bulacaksınız.. Bazılarını cevaplamayabilirim de tabii, belli olmaz 🙂 Takipte kalın..
Çok hos bir yazı yine…ellerine sağlık yureğine sağlık… Çok bekletme bizi, devamı en yakın zamanda olsun yoksa çatlarım valla…
Evvela Gençer Bey’i de Dinçer Bey’i de tebrik ediyorum. Bir defa, birisi kardeşine yaban elde sahip çıkıyor, kol kanat geriyor, diğeri de demiyor ki, ağabeyim dünyanın bir ucuna gitmiş, ne işim olur Çin’de. Üşenmiyor atlıyor gidiyor. Zaten ne demişler, “Dinçer Çin’de de olsa gidip almak lazım”…latife ediyorum tabii, o sözün aslı “sevgi Çin’de de olsa gidip almak lazımdır”. Haa, biz bulamadık o sevgiyi ama ne yalan konuşayım, Çin’de de aramadım. İnanmadım orada bulacağıma sevgiyi. Neyse, konu dağılmasın, hep böyle oluyor zaten, laf lafı açıyor, ben diyeceğimi unutuyorum. Dinçer-Gençer Beyler’i böyle kucaklaşmış, sevgiyle sarmalanmış görünce imrendim. Bakın kıskandım demiyorum, imrendim diyorum. Ben tek çocuk olduğum için kardeşliği tadamadım, rahmetli annem kedisine “kızım kızım” derdi, bazen de ben pek hazzetmesem de, “bak abin” diye beni gösterirdi. Ama ben onu pek benimseyemedim, bir kardeşliğini de görmedim; yani sevgisini, saygısını göstermedi bana. Belki içten içe severdi ama gösteremiyordu. Ne zaman yaklaşsam hemen tırnaklar filan çıkardı. Neyse, ezcümle, kardeşlik çok önemli bir mefum. Biz tadamadık, kısmetimiz böyleymiş. Haa, ama kardeş var, kardeşcik var. Kardeşin kumarbaz olur, hayta olur, serseri olur, uğraşırsın. Abi para ver diye yakana yapışır. Şimdi Gençer Bey’i tanımam, ona bir laf ediyor gibi olmayayım ama Dinçer Bey’e yük olması da hoş değil. Öyle çat kapı ben geldim, hem de taa Çin’de. Ben olsam bir huylanırım. Kardeşim de olsa huylanırım. Ama Dinçer Bey belli ki efendi adam, ses etmemiş, ama sıklaşırsa ziyaretler, o da isyan edebilir. Etmeye de bilir hoş, Gençer Bey edebiyle misafirlik ediyorsa neden desin. Karışık konular bunlar. Benim teyze oğlu gibi akraban varsa, illallah diyebilir insan. Misafirliğin de bir adabı olmalı. Ama artık hiçbirşeye saygı kalmadı.
Herkese saygılı günler
Çok zevkli bir yazı 🙂 İnşallah devamı gelir Dinçer bey!
Sağolun Eren Bey, devamının bir kısmı geldi bile 🙂
Tolga Bey, bir gün de Gençer sizi de alsın gelsin buralara, bakarsınız hayırlı bir kısmet çıkar size buralardan 🙂
Çok mersi Nuray hanımcığım, sizi daha fazla bekletmeden bir şeyler karalamaya çalıştım kendimce, umarım beğenirsiniz 🙂
Pekin’de şöförlük hizmeti aldığınız John’un telefon numarasını vermeniz mümkün mü acaba?
Merhaba Sena Hanım,
John’a aşağıdaki numaralardan ulaşabilirsiniz:
(0086) 13611079697
(0086) 13683040566